Sürdürülebilirlik Açısından Otomobilin Yeniden İcadı

Sürdürülebilirlik Açısından Otomobilin Yeniden İcadı

Sürdürülebilirlik açısından ‘otomobilin yeniden icadı’ olarak tanımlanabilecek bu sürecin temel dinamiklerine geçmişten geleceğe uzanan bir giriş yapmak istedik.

Sürdürülebilir bir dünya artık devletlerden üretici şirketlere kadar hemen hemen bütün kurumların temel motivasyonu. Gıdadan teknolojiye dek tüm üretim süreçleri ve ürünlerin temel özellikleri sürdürülebilirliğe göre yeniden şekillendiriliyor.
Bu yeniden yapılanmanın en önemli yansımalarından biri de otomotiv alanında yaşanıyor. Elektrikli araçların önlenemez yükselişi bunun kanıtı.
Sürdürülebilirlik açısından ‘otomobilin yeniden icadı’ olarak tanımlanabilecek bu sürecin temel dinamiklerine geçmişten geleceğe uzanan bir giriş yapmak istedik.



ELEKTRİKLİ ARAÇ TEKNOLOJİSİNDE ÖNCÜ GİRİŞİMLER



Çevremizde, özellikle de büyük şehirlerde bir elektrikli araçla karşılaşmak artık hemen hemen hiçbirimizi şaşırtmıyor. Ancak elektrikli araç teknolojisinin temellerinin neredeyse iki asır önce atıldığını ve hatta bu konuda hayata geçirilen denemelerin dahi olduğunu duymak eminiz bir çok kişiye  ilginç ve inanılmaz gelebilir.
Bir başka blog yazımızda daha ayrıntılı ele alacağımız elektrikli araç teknolojisi tarihçesinin öncü girişimleri elbette bugüne kıyasla oldukça ilkel sayılabilir. Anyos Jedlik ve Robert Anderson gibi mucitlerin 1800’lerin ilk yarısında geliştirdikleri elektrikli araç prototipleri şarj edilemeyen tek kullanımlık bataryalarla çok düşük bir hıza ve kısa bir menzile sahipti.
Buna rağmen mobilite konusunda tekerleğin icadından sonraki en önemli gelişme sayılabilecek bu öncü çalışmalar devam ettirilerek 1899 yılında elektrikli araçla saatte 105 kilometre hız rekoruna dek ulaşıldı. Giderek yaygınlaşan elektrikli araçlar 20. yüzyıl başlarında Avrupa’da ulaşım, madencilik, temizlik alanlarında kullanılıyor ve şarj istasyonları yaygınlaşıyordu.
ABD,  geç tanışmış olmasına rağmen elektrikli araçlara hızla uyum sağlamıştı. Mucit ve girişimci Thomas Edison’un yanı sıra pek çok yatırımcı bu alanda boy gösteriyordu. 1900’lerin ilk yıllarında ABD’nde trafikteki araçların üçte biri elektrikliydi.


DÖNÜM NOKTASI; İÇTEN YANMALI MOTORLARIN SERİ ÜRETİMİ



Tüm bu olumlu koşullara rağmen elektrikli araçların o dönem için gözden düşmesinin sebebi kendi içindeki üretim ve gelişim faaliyetlerinde yaşadığı bir tıkanıklık değil. Bunda asıl belirleyici faktör otomotiv sektöründeki bir başka büyük gelişme.
20. asrın ilk çeyreğinde içten yanmalı motorun seri üretimi benzinli araçların maliyetini düşürerek geniş kesimlerce ulaşılabilir hale getirdi. Ham petrol kaynaklarının çoğalması ve otoyolların inşasıyla dolum istasyonları her yere yayıldı.
Aynı zamanda benzinli araçlarla kıyaslandığında daha düşük hız ve menzile sahip olan elektrikli araçlar rağbet görmez oldu. Böylece 1935’lere gelindiğinde geçici bir süreliğine de olsa elektirikli araçlar sahneden çekilmek zorunda kaldı.


FOSİL YAKIT BAZLI MOTOR SINIFLANDIRMALARI
 


Fosil yakıt bazlı motorlar en basit ifadeyle kimyasal enerjiyi mekanik enerjiye dönüştürerek araçların hareket etmesini i sağlıyor. Sınıflandırılmaları da temelde bu işlemin nerede gerçekleştiğiyle alakalı. Buna göre motorlar, yakıtın hava ile reaksiyona girdiği ya da diğer bir deyişle yandığı alana göre içten yanmalı ve dıştan yanmalı olarak ikiye ayrılıyor.
Motor teknolojisinin yıllar içerisindeki gelişimiyle bu temel sınıflandırma artık çok daha çeşitli. Bu sınıflandırmalarda yakıt türleri ve yakıldıkları alanın yanı sıra, silindir sayısı ile silindirlerin dizilişi, motorun zamanlama sistemi, soğutma ve hava besleme düzenekleri, yakıt enjeksiyon şekli, ateşleme tipi gibi pek çok faktör ayrı ayrı kriterler olarak değerlendiriliyor.
Farklı sınıflandırmalara ait motorlar eşit oranda olmasa da günümüz araç üretiminde kendilerine yer buluyorlar. Bunda marka, model ve kullanım amacına bağlı olarak maliyet, performans, konfor ya da prestij bir tercih sebebi.


BİR DAVRANIŞ BİÇİMİ OLARAK MOTOR TERCİHİ
 


Elbette araç tercihimizde bu sınıflandırmaların tamamını tüm detaylarıyla göz önünde bulundurduğumuz söylenemez. Sürücülerin bu konudaki davranış biçimleri daha çok kullanım amaçlarına ve koşullarına uygun bir biçimde gerçekleşiyor.
Daha yüksek ve verimli bir motor gücünü gerektiren şehir içinde hıza ve seriliğe dayalı beklentiler kişiyi benzinli araçlara yöneltiyor.
Kullanımda uzun yol sürüşü ya da yük nakliyesini hedefleyenler sağlamlık, çekiş gücü ve yakıt tasarrufunu önemsedikleri için dizel motorlu araçları tercih ediyorlar.
Bu tasarrufu daha da artırmak isteyenlerse benzinli ya da dizel motorlar üzerinde yaptırdıkları dönüşümle LPG, LNG ya da CNG’yi yakıt olarak kullanabilecekleri araçları seçiyorlar.
Tüm bu fosil yakıtların ortak noktası ise farklı oranda da olsa çevresel zararlarının inkâr edilemez boyutta olması. Fakat yıllara dayalı davranış biçimleri ve alışkanlıklar kimi zaman sürdürülebilirliğe dair kaygıların önüne geçebiliyor.
Bunu gidermenin tek yolu sürdürülebilirliğin salt bir iyi niyet olmaktan çıkarak hem üretim hem de kullanım süreçleri açısından uluslararası standartlara kavuşması. Otomotiv sektörü de tüm bileşenleriyle her geçen gün bu hedefe doğru ilerlemeye devam ediyor.


GERÇEKLEŞMEYE DEVAM EDEN BİR GELECEK ÖNGÖRÜSÜ



2017 yılında dönemin Volkswagen CEO’su Matthias Müller’in söylediği “otomobil yeniden icat ediliyor” sözleri sadece şimdiki zamana ait bir tespit değil. Aynı zamanda bir gelecek öngörüsü olarak da değerlendirilebilir. Bu öngörünün alternatifi olan ve tehlikesini hissettiğimiz gelecek ise mevcut karbon emisyonunun daha da artarak iklim değişikliğini hızlandırması.
Bu yüzden tüm dünyada yaşamın sürdürülebilirliği için karbon nötralizasyonu birincil hedef. Mevcut karbon emisyonunu üretim ve tüketimde sağlanacak karbon tasarrufu sayesinde dengelemek geleceğimiz açısından oldukça belirleyici.
Yani ‘otomobilin yeniden icadı’ iki asır evvel yaşayan öncülerden çok daha farklı bir motivasyonla gerçekleştiriliyor. Tüm global otomotiv devlerini elektrikli araç üretimi konusunda kendi aralarındaki rekabetten ötede buluşturan da bu motivasyon. Bu yüzden yüz milyarlarca dolar maliyeti göze alarak araştırma geliştirme faaliyetleri ile fabrikalardan tedarikçi ağı ve pazarlama stratejilerine dek tepeden tırnağa yeniden yapılanıyorlar. 
Silikon Vadisi şirketleri de sürecin önemli bir parçası. Her geçen gün dijitalleşen dünyada elektrikli araç teknolojisine yazılım cephesinden dâhil oluyorlar.
Elektrik enerjisi üretim ve dağıtım sektörü de sürecin gerektirdiği yeniden yapılanmadan payına düşeni alıyor. Halihazırda sürdürdükleri üretim süreçlerini elektrikli araçlara uygun güneş enerjisi gibi alternatif enerji kaynaklarıyla çeşitlendiriyorlar.
Sürdürülebilir bir dünya için motor teknolojisinden enerji üretimine, bataryalardan şarj istasyonlarına, yasal mevzuatlardan devlet teşviklerine dek pek çok koldan ilerlemelerle otomobil yeniden icat ediliyor.

***
Günümüzde gerçekleşiyor olsa da geleceğimizi belirleyecek olan bu yeniden icatla tarihe tanıklık ettiğimiz dahi söylenebilir.
Biz de Otomol olarak bu tarihin bir parçası olduğumuz bilinciyle elektrikli araçlarla ilgili blog yazılarımızı ve paylaşımlarımızı sürdüreceğiz.

 
Lütfen kayıtlı e-posta adresinizi giriniz. Şifreniz e-posta adresinize gönderilecektir.

Not: Hatırlatma iletisinin size ulaşmadığını düşünüyorsanız; Lütfen e-posta hesabınızdaki "Spam, Önemsiz, Junk Mail" gibi klasörleride inceleyiniz.